30 Nisan 2013 Salı

İLK YARDIM

İLK YARDIM
A) İLK YARDIM NEDİR?
Herhangi bir kaza yada yaşamı tehlikeye düşüren durumda,sağlık görevlilerinin yardımı sağlanıncaya kadar,hayatın kurtarılması ya da durumun daha kötüye gitmesini önlemek amacıyla,ilaçsız olarak yapılan uygulamalara ilkyardım denir.
İLK YARDIM UYGULAMASINDA KESİNLİKLE İLAÇ KULLANILMAZ.

B) İLK YARDIMDA AMAÇ NEDİR? 
1.Yaşamı koruma ve sürdürülmesini sağlama
2.Durumun kötüleşmesini engelleme
3.İyileşmesini kolaylaştırma

C) İLK YARDIMCININ ÖZELLİKLERİ VE SORUMLULUKLARI NEDİR? 
1.Sakin ve telaşsız olmalı.
2.Hastayı sakinleştirmeli.
3.Çevreyi değerlendirip süren bir tehlike olup olmadığını belirlemeli.
4.Kendi can güvenliğini tehlikeye atmamalı.
5.Çevredeki kişileri,sağlık kuruluşları,itfaiye ve güvenliğe haber vermeleri için organize etmeli.
6.Hastanın durumunu değerlendirerek uygun ilk yardıma başlamalı.
7.Hastanın sağlık kuruluşuna bir an önce ulaşmasını sağlamalı.

D) İLK YARDIMIN ABC'Sİ NEDİR? 
A.Soluk yolunun açılması.
B.Solunumun düzeltilmesi.
C.Dolaşımın etkinliğini sağlama.

E) SOLUK YOLU NASIL AÇILIR? 
1.Ağızda toz toprak,kırık takma diş ve yabancı cisimler varsa çıkarılır.


 
ilk yardım1


2.Bilinci kapalı kişilerde dil arkaya düşüp havayolunu tıkayabilir.Bu durumda baş geriye itilip çene yukarı kaldırılarak soluk yolu açılır.

 
ilk yardım2



F) SOLUNUM YOLU NASIL DÜZELTİLİR?(YAPAY SOLUNUM) 
Solunumu duran kişiye derhal yapay solunum uygulanmalıdır.
1.Hasta sert bir zemine yatırılır.
2.Ağız içi temizlenerek varsa yabancı cisimler çıkarılır.
3.Çenesi yukarı kaldırılarak baş hafifçe arkaya itilir.
4.Ağızdan ağıza solunum yapılacaksa burun kapatılır.Burundan solunum yapılacaksa ağız kapatılır.

 
ilk yardım3



5.Derin bir soluk alınıp,solunum yaptırılacak kişinin ağzına (yada burnuna) ağız yerleştirlir.
6.Hastanın göğsünün kabarmasına yetecek şiddette soluk verilir.

 
ilk yardım4 ilk yardım5


G) DOLAŞIMIN ETKİNLİĞİ NASIL SAĞLANIR?(KALP MESAJI)
1.Kalp durmuşsa hemen kalp mesajına başlanır.
2.Hasta sert bir zemine yatırılır ve bir yanına diz çökülür.
YARA İÇİNDEKİ YABANCI CİSİM,KEMİK,PARÇASI VS. ÇIKARILMAMALIDIR.

 
ilk yardım6


3.Göğüs kemiğinin(iman tahtası)üçte bir alt ucuna bir elin ayası sıkıca yerleştirilir,diğer elin ayası bunun üstüne konur.Parmaklar hastaya temas etmemelidir.
4. Kollar dik tutularak (Bilek ve dirsekler bükülmeden)sabit ve ritmik bir şekilde göğüse 4-5 cm bastırılır.
5. Arada nabız kontrol edilerek dakikada 60 kez olmak üzere dolaşım başlayıncaya kadar devam edilir.

 
ilk yardım7


H) BAYILMALARDA UYGULANACAK İLK YARDIM KURALLARI
1.Elbiseleri boyundan,göğüsten ve karından gevşetilir.
2.Hastanın beynine kan gitmesini sağlamak için düz bir yerde sırtüstü yatırılarak,ayakları yukarı kaldırılır ve sonrada şok pozisyonunda bekletilir. Kesinlikle başının altına yastık konmaz.
3.Hastaya uyarıcı kokular koklatılır. (Amonyak vb.)
4.Hastanın zorlanmaksızın kendine gelmesi beklenir.
5.Kendine geldiğinde su, çay gibi içecekler azar azar verilmelidir.

I) GÖĞÜS YARALANMALARINDA İLK YARDIM
1.Yaralı,yarı oturur duruma getirilir
2.Havanın akciğerler dolmasına engel olmak için açık olan yara yerine temiz bir bez kapatıp basınç yapmadan sarılır
3.Kazazedenin ısı kaybı önlenir.

J) KARIN YARALANMALARINDA İLKYARDIM
1.Hastaya ağızdan yiyecek içecek verilmez.
2.Yaralı başı hafif yüksek, dizlernin altına rulo edilmiş bir battaniye konularak sırt üstü yatırılır
3.Herhangi bir organ dışarı çıkmış ise asla el sürülmez.Genişbir gaz bezi varsa serum fizyolojik ile ıslatılarak basınç yapmadan organların üzerine örtülür.
4.Yaralı zaman geçirmeden sevkedilir..

K) EGZOS ZEHİRLENMELERİNDE İLK YARDIM
1.Hasta derhal temiz havaya çıkarılır.
2.Şuuru tam kapalı olmayanlar temiz havada derin solunum yaptırılır.
3.Şuuru kapalı veya solunum yapmakta güçlük çeken hastalara suni solunum tatbik edilir.
4.Beden ısısının düşmesini engellemek için üstü örtülür.
5.Hasta en seri şekilde sağlık merkezine gönderilir.

L) SİNDİRİM YOLU İLE OLAN ZEHİRLENMELERDE İLK YARDIM
1.Zehrin sulanması ve emilimin yavaşlaması için hastalara;süt,yumurta akı,nişasta solisyonlu su içirilir
2.Kusmasına yardım edilir.
3.Asitle olan zehirlenmelerde,hasta hiçbir zaman kusmaya zorlanmaz.Su ve süt yumurta akı karıştırılarak içirilir.
4.Alkali ile olan zehirlenmelerde:1/4 oranında sirke ile hazırlanmış 500ml. su veya limon suyu içirilir.

M) KANAMALARDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Kanayan uzuv(kol,bacak vs.)yükseltilir.
2.Yara üzerine temiz gazlıbez,mendil veya çamaşır parçası konur ve sıkıca bastırılır.
3.Kanama durmazsa kanayan yerin 5 cm yukarı kısmına bandaj uygulanır.

N) BURUN KANAMASINDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Burnu kanayan kişinin başı hafifçe öne eğilir.
2.Hasta burun üzerine basınç yapar
3.Bu sırada ağızdan soluk alıp verir ve asla sümkürmez.
BURUN KANAMASINDA HASTANIN BAŞI GERİYE DOĞRU KALDIRILMAZ.

O) ELEKTİRİK ÇARPMALARINDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Önce ilk yardımcı kendi güvenliğini sağlar.
2.Elektrik akımının yaralı ile teması kesilir.Bu yapılmadan önce yaralıya dokunulmaz
3.Kuru tahta parçası ve lastik gibi elektrik geçirmeyen maddelerle hasta çekilerek veya kablo itilerek akımdan kurtarılır.
4.Solunum durmuşsa yapay solunuma,kalp durmuşsa kalp mesajına başlanır.
5.Yanık varsa soğuk su ile yıkanır.

P) KIRIKLARDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Hasta sarsılmaz ve hareket ettirilmez.
2. Kanama varsa durdurulur.
3. Hasta taşınmadan önce kırık bölgesi hareketsiz hale getirilir.(Bunun için tahta gibi sert cisimler kullanılabilir.)
4.Açık kırık varsa(kırık uçları görülüyorsa)kırık kemik parçalarına kesinlikle dokunulmaz ve bunlar yerleştirilmeye çalışılmaz.Yara üzerine temiz bir gazlıbez kapatılır.

R) YANIKLARDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Soğuk musluk suyu ile ağrı azaltılır.
2.Hastanın takıları çıkartılır.(Daha sonra oluşabilecek şişler nedeniyle çıkarmak zorlaşabilir.)
3.Oluşan kabarcıklar patlatılmaz.
4.Yanan kısımların üzeri temiz gazlıbezle kapatılır hiçbir şey sürülmez.
5.Hastanın bilinci yerinde ise bol su içirilir.
YANIK YÜZEYİNE DİŞ MACUNU,SALÇA,YOĞURT GİBİ MADDELER KESİNLİKLE SÜRÜLMEMELİDİR.

S) YARALANMALARDA İLK YARDIM NASIL YAPILIR?
1.Kanama varsa kontrol edilir.
2.Yaranın kirlenmesi önlenir.
3.Varsa kopan parça korunur.(Islak bir gazlı beze sarılıp bir naylon torbaya konulur,bu torba da içi buz dolu başka bir torbaya konulur.)

29 Nisan 2013 Pazartesi

Peygamberimizin Güzel Sözleri (Hz.Muhammed)



Peygamberimizin Güzel Sözleri (Hz.Muhammed)


1)İman iki eşit parçadır Yarısı sabır, yarısı şükürdür.

2)Sonradan özür dilemeyi gerektiren şeyleri yapmaktan kaçınınız.

3)Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder.

4)Mazlumun bedduasından sakınınız.O dua ile ALLAH (CC) arasında perde yoktur.

5)İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.

6)İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olanıdır.

7)İnsan dilinin altında gizlidir.

8)Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla.O zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın.

9)Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin.

10)Münafıklığın alameti üçtür : Konuştuğu zaman yalan söyler, vaat ettiği zaman sözünde durmaz, emanete hıyanet eder.

11)Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir.

12)Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.

13)Evlat kokusu cennet kokusudur.

14)Utanmak güzeldir ama kadınlarda olursa daha da güzel olur.

15)Siz kendiniz namuslu olun ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar.

16)Bela insanın diline bağlıdır. Bir kimse bir şeyi “yapmam” dedi mi, şeytan her işini bırakıp onu yaptırana kadar uğraşır.

17)Zengin, çok mala sahip olana denmez, zengin kalbi olana denir.

18)Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi miras bırakamaz.

19)Cahiller cesur olurlar.

20)İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.

21)Sana emanet edilen şeyi iyi sakla, birinin hıyanetine uğradığın zaman hoş gör ve hıyanete hıyanetlikle karşılık verme.

22)En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır.

23)Erdemin en büyüğü, seninle ilişkilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana kötülük edeni bağışlayıp, dost elini uzatmandır.

24)Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır.

25)Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.

26)Kulun rabbine en yakın olduğu hal,secde halidir(HADİS-İ ŞERİF).

27)"Dul ve yetimlerin ihtiyaçına koşanlar,Allah yolunda cîhad eden ve gündüz(nafile)oruç tutup,geceyi ibadetle geçiren gibidir(HADİS-İ ŞERİF)".

28)"Akıllı kimse nefsini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır"(HADİS-İ ŞERİF)

29)"Bir erkek hanımını döverse,kıyâmette ben onun davacısı olurum"(HADİS-İ
ŞERİF).

30)"Allah katında amellerin en sevimlisi azda olsa devamlı olanıdır"(HADİS-İ ŞERİF).

31)"Hasta ziyaretinde bulunan kimse dönünceye kadar cennet yolundadır"(HADİS-İ ŞERİF).

32)"Herşeyin bir yolu vardır cennetin yoluda İLİMDİR"(HADİS-İ ŞERİF)

33)"Kıyamet günü bana en yakın olanınız bana en çok salatı selam getireninizdir"(HADİS-İ ŞERİF).

34)"En üstün sadaka,aç bir canlıyı doyurmaktır.En üstün sadaka iki kişinin arasını düzeltmektir"(HADİS-İ ŞERİF).

35)"Kâfir bile olsa,hiç kimsenin kalbini kırma! Kalp kırmak,Allahü teâlâyı incitmek demektir"(HADİS-İ ŞERİF).

25 Nisan 2013 Perşembe

Peygamberimizin (HZ.MUHAMMED) Olağanüstü Özellikleri


Peygamberimizin (HZ.MUHAMMED) Olağanüstü 
Özellikleri
Peygamberliğin İspatı
Bir peygamberin peygamberliğini ispat, ancak hiç şüphe taşımayan ke­sin bir delille mümkün olabilir. Bu kesin delil de, ya onun gösterdiği mûci­zeyi duyu organıyla gözlemek, yahut kesin bilgi ifade eden mütevâtir bir haberle o mûcizeden haberdar olmaktır. Günümüzde bu deliller ancak Hz. Peygamber için geçerlidir. Hz. Peygamber'in ise başta Kur'an mûcizesi ol­mak üzere pek çok mûcizesi bize tevâtür yoluyla ulaşmıştır.
1. Mûcize
Sözlükte "insanı âciz bırakan, karşı konulmaz, olağan üstü, garip ve tu­haf şey" anlamlarına gelen mûcize, terim olarak "yüce Allah'ın, peygamber­lik iddiasında bulunan peygamberini doğrulamak ve desteklemek için yarat­tığı, insanların benzerini getirmekten âciz kaldığı olağanüstü olay" diye tanımlanır. Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici bir süre durduran mûcizenin mahiyeti, pozitif bilimlerle açıklanamaz. Aksi halde bu mûcize olmaktan çıkar ve olağan bir şey olurdu. O halde mûcize, peygamber olan kişinin, akılların alamayacağı bir olayı Allah'ın kudreti ile göstermeyi başarmasıdır. Kur'an'da mûcize terimi yerine âyet, beyyine ve burhan kavramları kullanılır.
Bir olayın mûcize sayılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir:
a) Mûcize gerçekte Allah'ın fiilidir. "Peygamberin mûcizesi" denilmesi, mûcizenin onun aracılığıyla olması ve onun doğruluğunu göstermesi sebe­biyledir.
b) Mûcize peygamberlerde meydana gelir. Peygamber olmayan birinin gösterdiği olağan üstülüğe mûcize denilemez.
c) Mûcize tabiat kanunlarına aykırı bir olaydır.
d) Mûcize, peygamberlik iddiasıyla birlikte bulunur. Peygamberlik iddia­sından önce veya sonra olmaz.
e) Mûcize, peygamberin isteğine uygun olur. "Dağı yerinden kaldıraca­ğım" diyen birisinin denizi yarması mûcize sayılmaz.
Kur'ân-ı Kerîm'de bazı mûcizelerden söz edilir. Bunların en meşhurları şunlardır:
a) Hz. İbrâhim, Bâbil Hükümdarı Nemrud tarafından ateşe atılmış ve ateş Allah'ın "Ey Ateş, İbrâhim'e karşı serin ve zararsız ol" emrine uyarak onu yakmamıştır (el-Enbiyâ 21/58-69).
b) Hz. Sâlih'in, Semûd kavminin isteği üzerine bir deve getirmesi, Semûd kavminin azarak deveyi kesmesi, buna karşılık yüce Allah'ın müthiş bir deprem ile onları yok etmesi (eş-Şuarâ 26/141-158).
c) Hz. Ya‘kub'un oğlu Yûsuf'un gömleğini kör olan gözüne sürmesi so­nucu gözlerinin açılması(Yûsuf 12/92-96).
d) Hz. Mûsâ'nın elindeki asânın yılan haline gelmesi (Tâhâ 20/17-21); elini koynuna sokup çıkardığında elinin eksiksiz ve bembeyaz olması (Tâhâ 20/22; en-Neml 27/12; el-Kasas 28/32); asâsının Firavun'un huzurundaki sihirbazların ip ve sopalarını yutuvermesi (Tâhâ 20/65-70); asâsını denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları'nın açılan yoldan geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması (eş-Şuarâ 26/61-66).
e) Hz. Süleyman'ın bir kuşla konuşması (en-Neml 27/20-28); karıncanın sözünü anlaması(en-Neml 27/18-19).
f) Hz. Îsâ'nın Allah'ın izniyle çamurdan kuş yapıp, onu üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iyileştirmesi (el-Mâide 5/110), havârilerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi (el-Mâide 5/114-115).

2. Diğer Olağan Üstü Haller
Diğer olağan üstü haller, olağan üstü olmak açısından mûcizeye benzerse de aralarında büyük fark vardır. Mûcize peygamberlik görevini üstlenmiş bir peygamberde meydana gelir. Mûcizede peygamberin meydan okuması da vardır. Mûcize dışındaki olağan üstülükler, peygamber olmayan kişilerde gö­rülür. Bu tip olaylarda meydan okuma da söz konusu değildir. Ayrıca mûcize taklit edilemezken, diğer olağan üstülükler taklit edilebilir. Mûcize dışında kalan diğer olağan üstü durumlar şunlardır:
a) İrhâs. Peygamber olacak şahsın, henüz peygamber olmadan önce gösterdiği olağan üstü durumlardır. Hz. Îsâ'nın beşikte iken konuşması gibi (el-Mâide 5/110-115).
b) Keramet. Peygamberine gönülden bağlı olan ve ona titizlikle uyan velî kulların gösterdikleri olağan üstü hallerdir.
c) Meûnet. Yüce Allah'ın velî olmayan bir müslüman kulunu, darda kaldığı veya sıkıntıya düştüğü zaman, olağan üstü bir şekilde bu darlık ve sıkıntıdan kurtarmasıdır.
d) İstidrac. Kâfir ve günahkâr kişilerden arzu ve isteklerine uygun olarak meydana gelen olağan üstü olaydır.
e) İhanet. Kâfir ve günahkâr kişilerden, arzu ve isteklerine aykırı olarak meydana gelen olaydır. Meselâ, peygamberlik taslayan inkârcılardan Müseylime, tek gözü kör olan bir adama, iyi olsun diye dua etmiş, bunun üzerine adamın öbür gözü de kör olmuştur.


Hz. Muhammed'in Peygamberliğinin İspatı
Hz. Peygamber'in, peygamberliğini ispat eden mûcizeler genellikle üç başlık altında incelenir.
1. Mânevî (aklî) Mûcize Olan Kur'an Mûcizesi
Kur'an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk vere­cek derecede büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin mûcizeleri dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde, Kur'an mûcizesi kıyamete kadar sürecek bir mûcizedir. Hz. Peygamber bir hadislerinde "Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insan­ların inandıkları bir mûcize verilmiş olmasın. Bana mûcize olarak verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiğidir" buyurmuştur (Buhârî, “İ‘tisâm”, 1).
Kur'ân-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mûcizedir. O, Arap edebi­yatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplar'a kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslûbu, şaşırtıcı nazmı (ifadesi, lafzı), fesahat ve belâgatıyla onları âciz bırakmıştır. Ümmî olan Peygamber'in, Allah'tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur'an, en yüksek gerçekleri kapsamaktadır. Bilim ve tekniğin sonradan ulaştığı gerçekleri Kur'an asırlarca önceden haber vermiş, hiçbir buluş ve bilimsel gelişme, onun içeriği ile ters düşmemiştir.
2. Hissî Mûcizeler
Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemdeki insanlara gösterdiği, duyu or­ganlarıyla algılanabilen olağan üstü olaylara hissî mûcize denilir. Hz. Pey­gamber'in hissî mûcizelerinin bir kısmı kendi şahsı ile ilgilidir. Ashaptan, Hz. Muhammed'in bedenî ve ruhî özellikleri, üstün ahlâkı ve örnek davranışları ile ilgili olarak nakledilen rivayetler, bunları değerlendiren ilim adamları ve bilge kişiler nezdinde, böyle yüce niteliklerin ondan önce ve sonra hiçbir kimsede toplanmadığı yönünde kesin bir ortak kanaat oluşturmuştur. Nite­kim bir yahudi iken Müslümanlığı kabul eden Abdullah b. Selâm, Hz. Pey­gamber'le ilk karşılaştığında: "Bu yüz asla bir yalancı yüzü olamaz" demek­ten kendini alamamıştır. Hz. Peygamber ömrü boyunca bu üstün nitelikleri kendisinde korumuş, inanmayanlar aşırı düşmanlıklarına rağmen onda eleştirebilecekleri bir yön bulamamışlardır. Bu da onun peygamberlik iddia­sını destekleyen çok güçlü bir delil kabul edilmiştir. Çünkü yüce Allah'ın, pey­gamber olmadığı halde peygamberliğini ileri süren bir kimsenin şahsında bunca üstünlükleri ve erdemi toplaması, ona 23 yıl müsaade etmesi, sonra da tebliğ ettiği dini, diğer dinlere üstün kılıp düşmanlarına galip getirmesi ve ölümünden sonra eserlerini kıyamete kadar yaşatması aklen imkânsızdır. Ayrıca, Hz. Peygamber'in İslâm çağrısını ilk kez, kitap sahibi olmayan ve hikmetten anlamayan bir kavme yöneltmesi, onlara kitabı ve hikmeti açık­laması, dinî ve hukukî hükümleri öğretmesi (el-Bakara 2/151) ve onların ahlâkını mükemmelleştirmesi de onun kişiliği ile ilgili hissî mûcizeleri ara­sında sayılmıştır.
Hz. Peygamber'in hissî mûcizelerinin bir kısmı da şahsının (bedeni ve ki­şiliği) dışında meydana gelmiştir. Bu tip mûcizelerinin en meşhurları şunlar­dır:
a) Bir gecenin çok kısa bir anında Mescid-i Harâm'dan, Mescid-i Aksâ'ya gitmesi ile başlayan isrâ ve mi‘rac mûcizesi (el-İsrâ 17/1).
b) Ayın iki parçaya ayrılması (Buhârî, “Menâkıb”, 27; Müslim, “Münâfikun", 8).
c) Taşın Hz. Peygamber'le konuşması (Müslim, “Fezâil”, 2).
d) İlk zamanlar yanında hutbe okuduğu hurma kütüğünün, minber ya-pıldıktan sonra, Hz. Peygamber'in minbere çıkışında inlemeye başlaması, bunun üzerine Hz. Peygamber'in ona yaklaşarak okşar gibi elini gezdirmesi ve kütüğün susması (Buhârî, “Menâkıb”, 25).
e) Hayber fethinde bir yahudi kadının, Hz. Peygamber'i öldürmek ama­cıyla, ona kızartılmış zehirli koyun eti sunması üzerine, kendisinin zehirli olduğunu koyunun haber vermesi (Buhârî, “Tıb”, 55; Müslim, “Selâm”, 18; Ebû Dâvûd, “Dıyât”, 6).
3. Haber Şeklindeki Mûcizeler
Bu tür bir mûcize, Hz. Peygamber'in herhangi bir eğitim ve öğretimden geçmediği halde geçmiş ve geleceğe dair vermiş olduğu haberleri ifade eder. Haberî mûcizeler arasında şunlar sayılabilir:
a) Hz. Peygamber önceki ümmetlerin tarihini okumadığı halde, yahudi ve hıristiyan bilginlerinin, geçmiş peygamberler ve eski ümmetler hakkın­daki çeşitli sorularını vahiyle cevaplandırmıştır.
b) Bedir Savaşı gününde, düşman ordusundan kimlerin nerede öldürüle­ceklerini önceden haber vermiş ve dediği gibi çıkmıştır (Müslim, “Cennet”, 17).
c) Kur'an'daki "Yakında o (müşrik) topluluğu bozulacak ve onlar arkala­rını dönüp kaçacaklardır" (el-Kamer 54/45) âyeti Mekke'de inmiş, âyetin haber verdiği husus, Bedir Savaşı’nda gerçekleşmiştir.
d) Yine Kur'ân-ı Kerîm'deki "Kur'an'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere (Mekke'ye) döndürecektir..." (el-Kasas 28/85) âyetinde ha­ber verilen husus Mekke fethiyle gerçekleşmiştir.
e) Peygamberimiz bir hadislerinde "Yeryüzü önümde dürülmüş ve onun
doğusu ile batısı bana gösterilmiştir. Ümmetimin hâkimiyeti, bana dürülüp gösterildiği yerlere kadar ulaşacaktır" (Ebû Dâvud, “Fiten”, 1) buyurmuştur. Gerçekte de öyle olmuş, İslâm'ın sesi, dünyanın her tarafına ulaşmıştır.

24 Nisan 2013 Çarşamba

ARILAR


ARILAR
Arı, bir böcek türüdür.
Zar kanatlılar takımının üyeleridirler. Zar kanatlıların özelliği; içinde enine ve boyuna damarcıklar bulunan ve iki çift saydam zar şeklinde kanatlarının olmasıdır. Vücutları yumuşak yapıdaki yoğun bir kıl örtüsüyle kaplıdır. Arıların vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan meydana gelir.

Başın ön kısmında koklama ve dokunma organı olarak kullanılan bir çift anten yer alır. Başın iki yanında birer petek gözü ve tepesinde üç nokta gözü vardır. Göğüs halkalarına bağlı üç çift bacaktan öndekilerde duyargaları temizleyen arka bacağın ayaklarında çiçek tozu toplamağa yarayan tertibat vardır. Ağız organları, yalayıp emici, bazılarında kemiricidir. İkinci ve üçüncü göğüs halkalarından birer çift kanat çıkar. Ön kanatlar, arka kanatlardan daha büyüktür. Arka kanatların ön kenarlarında bir sıra kıl çengel bulunur. Uçuş esnasında çengeller ön kanatlara bağlanarak kanat çiftleri birlikte hareket ederler. Ana arı ile işçi arıların son karın halkalarında birer zehir iğnesi vardır.
Dişilerde, karın kısmının arka ucunda içeri çekilebilen yumurtlama borusu bulunur. Bununla yumurtalar istenilen yerlere (petek, bitki veya hayvanların içlerine) bırakılır. Testereli arılarda yumurta koyma boruları isminden de anlaşılacağı gibi testere şeklinde dişlidir. Bazı arılarda bu borunun yumurtlamayla ilgisi yoktur. Zehirli iğne şeklini almıştır. Sokmaya ve bağlı olduğu zehir bezinin salgılarını akıtmaya yarar.
Vücudu meydan getiren halkaların yan taraflarında on çift nefes deliği vardır. Gövdenin içindeki hava boruları ve hava kesecikleri bu deliklere bağlıdır. Yemek borusunun genişlemesi ile bir bal midesi meydana gelmiştir. Emilen bal ve çiçek öz suları, kovana döndükten sonra boşaltılır ve peteklerde bal toplanır.
Bir kovan içinde yaşayan bal arıları üç tipe ayrılır: 1) 3000-4000 kadar işçi arı, 2) 100-150 kadar erkek arı, 3) Bir tane ana arı.
Yaşadığı yerler: Dünyanın çiçekli alanları. Özellikleri: 15-25 mm boyunda. Vücut genellikle çok tüylü. Çoğu soliter(yalnız), az bir kısmı cemiyet hayatı yaşar. Ömrü: Bal arısının faal işçileri 6 hafta, erkekler 5-6 ay, bey arı 4-5 yıl yaşar. Çeşitleri: Bal, çömlekçi, mazı, kağıt, tarla, kazıcı, testereli, sondajcı arı çeşitleri meşhurdur.
Yaban arılarının çoğu yalnız yaşarlar. Bal arıları, cemiyet hayatı yaşayan, polen ve balla beslenen çok faydalı böceklerdir.
Bal arısı (Apis mellifica): Cemiyet hayatı en düzenli hayvan bal arısıdır. Dünyanın her tarafına yayılmış olmakla birlikte anavatanı Batı Asya veya Anadolu olarak bilinir. Yabani şekilde yaşayan iki türü daha bulunmakla birlikte, evcilleştirilen sadece “Apis mellifica” olarak bilinen türdür.
Arılar Nasıl Bal Yaparlar 
Arılar çiçek balı üretmek için çiçek nektarı kullanırlar. Nektar % 80′i sudan meydana gelmiş özel bir besindir. Eğer bir hanımeli çiçeğini gövdesinden çektiyseniz çiçeğin ucundan damlayan akıcı sıvıyı görmüşsünüzdür işte bu nektardır.
Arılar, çiçeklerdeki nektarı toplamak için çubuk boru şeklindeki uzun dillerini kullanır ve bu nektarı karınlarında tutarlar. Arıların aslında iki adet karınları vardır. Bunlardan biri nektarı toplamak için kullandıkları diğeri ise normal olanıdır. Arıların nektarı tuttukları karınları 70 mg nektar barındabilir ve tamamıyla dolduğunda ise arının kendisi kadar ağırlık yapar. Arıların nektarı depoladıkları karınlarını doldurmaları için 100 ile 1500 arasında çiçeğe konmaları gerekmektedir.
Bal arıları kovana dönerler ve topladıkları nektarı diğer işçi arılara aktarırlar. İşçi arılar bal arılarının karınlarındaki nektarı ağızlarıyla emerler. Bu arılar nektarı yarım saat boyunca çiğnerler. Bu süre içinde enzimler nektarın içindeki şekeri basit şekere dönüştürürler böylece hem arılar için sindirilebilir hale gelir hem de kovan içinde bakterilere karşı korunmuş olur. Bu aşamadan sonra arılar nektarı suyun buharlaştığı ve koyu şurubun oluştuğu peteklere dağıtırlar. Arılar kanatlarını yelpaze gibi kullanarak nektarın daha çabuk kurumasını sağlarlar. Bal yeteri kıvama geldiğinde arılar petekte bulunan altıgen hücrelerin üstünü balmumu ile kapatırlar.

23 Nisan 2013 Salı

ŞEYTANIN ÇOCUKLARI, İSİMLERİ VE VAZİFELERİ…


ŞEYTANIN ÇOCUKLARI, İSİMLERİ VE VAZİFELERİ…

Birinci sura kadar yaşayacağı için, İblis’e nesil verildi.

İblis’in birçok çocukları vardır. Her birinin isimleri ve görevleri vardır.

1. Hanzeb.

Namazda vesvese verir. Namazda böyle bir şey hissedince Allah’a sığın.

2. Velhan.

Temizlikte çok su kullandırarak vesvese verir. Çok su kullandırır,

sonra da gülüp alay eder.

3. Zellenbur.

Bu da çarşılarda esnafa bozuk mal satmayı, yalan yemini,

malını methetmeyi, malın kusurunu gizlemeyi ve insanları aldatmayı

güzel gösterir.

4. Vesnan.

Uyku şeytanıdır. Namaz ve diğer ibadetler için kafayı ve göz kapaklarını

bastırır, zina ve hırsızlık gibi haramlar için insanı uyarır.

5. Betr.

Musibet şeytanıdır. Bağırıp çağırma, yüze tokat vurma gibi cahiliye

adetlerini güzel gösterir.

6. Dasim.

Yemek şeytanıdır. İnsan besmele çekmediğinde, onunla yemek yer,

eve girer, yatakta uyur, besmele ile dürülmemişse elbiseleri giyer,

karı koca arasında düşmanlık meydana getirmeye çalışır.

7. Metun veya mesût.

İnsanlar arasında yalan haberleri yayar, sonra onların aslı çakmaz.

Kişinin her duyduğunu konuşması yalan olarak kendine yeter.

8. El Ebyaz.

Peygamberlere ve velilere musallat olan şeytandır.

Peygamberlere bir zararı dokunamaz, veliler ise onunla mücadele ederler.

Allah’ın korudukları selâmettedir, korumadıkları ise sapıtırlar

(Gazali’nin Bidayet-ül Hidaye şerhi).

Kaynak : Tefcirut-Tesnim c.1 s.19
..

21 Nisan 2013 Pazar

HALEPÇE KATLİAMI



HALEPÇE KATLİAMI
  • Halepçe; Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentine bağlı ve İran sınırında bulunan bir kenttir. Ayrıca Kuzey Irak’ın İran sınırına 15 km, başkent Bağdat’ın 241 km kuzeydoğusunda bulunan bir kent olarak da bilinir. 75.000 civarında olan kentin nüfusunun çoğu Kürtlerden oluşuyordu. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bir parçasıdır.

·        Kürtlerin yerleşim yeri olan bu kent, tarihte Kürt başkaldırılarının da önemli bir merkezi olarak bilinir. 22 Eylül 1980’de İran-Irak savaşı başladı. İran, Irak’a karşı Barzani’nin başkanlığını yaptığı PDK’yi destekliyordu. Kürt grupları, özellikle Talabani ve Barzani, zaman zaman birbirleriyle çatışıyorlardı.

·        Talabani önderliğindeki YNK hem İran hem de PDK karşısında savaşıyordu. 1984 yılında Barzani’nin arabuluculuğu ile Talabani ve İran bir anlaşma yaptılar. Anlaşma gereği, Irak’ın toprak bütünlüğüne bağlı kalmak şartıyla, Saddam devrilene kadar, İran’ın verdiği destek kabul edilecekti. Bu sürecin sonunda bütün Kürt grupları Şam’da toplanarak bir protokol imzaladı. Hiçbir Kürt örgütü, kendisini destekleyen devletin yanında diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmayacaktı. İran karşısında güç yitiren ve karşısında kendi rejimini tehdit eden, birleşerek güçlenen Kürt hareketini gören Saddam Hüseyin’in çaresi Halepçe katliamı olmuştu.

·        Saddam Hüseyin'in 23 Şubat - 16 Eylül 1988 tarihleri arasında El-Enfal Harekâtı'nı şiddetlendirdiği dönemde Mart ayının ortasında İran ordusu Zafer-7 Harekâtı adlı genel taarruzu başlattı. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne bağlı Peşmergeler de İran Ordusu ile işbirliği yaparak Halepçe kasabasına girdi ve isyan başlattı. 14 Mart günü İran’ın da desteğiyle peşmerge gücü halepçeye girdi ve kenti ele geçirdi. Halkta büyük sevinç yaratan bu gelişme, Irak ordusunun Halepçe’den tamamen çekilmesini de beraberinde getirmişti.
·         Halepçe iki gün boyunca özgürlüğün tadını çıkardı. Kürt bölgelerindeki çarpışmalar durmuş, İran ile Irak arasındaki karşılıklı top atışları ise sürüyordu. Bu dönemde iki ülke arasında savaşın durdurulmasına yönelik girişimler de başlamıştı. Ancak henüz bir sonuca ulaşılmamıştı.
·        Kürt bölgelerindeki başkaldırıların yoğunlaşması üzerine Saddam rejimi, ciddi bir panik yaşamaya başlamıştı. Ayrıca Saddam Hüseyin İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak Ordusunun Kuzey Cephesi Komutanı olan Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî'ye (batı medyası tarafından 'Kimyasal Ali' lakabı ile bilinir) zehirli gaz bombaları kullanmayı emretti.
·        15 Mart günü bilinmeyen bir nedenden peşmerge gücünün büyük bir bölümü Halepçe’den geri çekilmişti. Ama halen ordu güçleri ortalıkta görünmüyordu. Tarihler 16 Mart 1988’i gösterdiğinde baharın ilk günlerini yaşayan Halepçe semaları, savaş uçaklarının ürkütücü sesiyle başlamıştı güne.
·        Iki gün öncesinde yaşanan başkaldırı ve Halepçe’nin işgalden kurtarılması sevinci yerini derin bir korkuya bırakmıştı. Irak ordusunun savaş uçakları Halepçe semalarında belirmeye başlamıştı.
·        16 Mart 1988'de zehirli gaz bombalarını taşıyan sekiz MiG-23 uçağı tarafından Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi. Uçaklar 3 gün boyunca Kürt bölgesi olan Germiyan alanı içine giren birçok bölgeyi bombalamaya başlamıştı. Ancak Halepçe’ye atılan bombalar bu kez farklı cinstendi. Kent merkezine Hardal ve sarin gazları olarak bilinen ve elma kokulu olan kimyasal bombalar atılmıştı. Öldürücü gücü maksimum olan bu gazlar, kısa sürede kentin tamamını sarmış, can haliyle kendini sokaklara atan binlerce insanı zehirlemişti.
·        3 gün süren bombalamanın ardından kentte 5 bini aşkın kişi yaşamını yitirmiş, binlerce kişi de yaralanmıştı. Ancak Irak Savaşı'ndan sonra bölgeye giren yabancılar tarafından bu rakamın daha da büyük olduğu tespit edildi. Savaş uçakları çekildikten sonra Halepçe tam bir virane şehir haline gelirken, 75 bin civarında nüfusu olan kentin büyük bölümü boşalmıştı. Çoğu insan yakınlarının cesedini bile kaldıramadan İran sınırından bu ülkeye geçmeye çalışırken, binlerce kişi de ülkenin kuzeyine doğru gitmeye başlamıştı.

·        Halepçe’den geriye kalan ise yıkık bir şehir, gözü yaşlı insanlar, atılan kimyasal gazlardan zehirlenen bir kent kalmıştı. 19 Ağustos 1988'de Irak ve İran, ateşkes anlaşmasını imzaladılar. Irak ordusu ateşkesten 5 gün sonra Halepçe'yi geri aldı ve bu işgal esnasında 200 sakinin öldürüldüğü söylenmektedir. Saddam, İran'la ateşkes yaptıktan sonra Halepçe katliamı ile, Kürtleri tam bir cezalandırmaya tabi tuttu.

·         Bu katliam ile esas olarak Irak tarafından amaçlanan, Kürtleri vurarak İran’a gözdağı vermek ve savaşı kendisine uygun bir anlaşma ile bitirmekti. Nitekim Halepçe katliamından 2 ay sonra Irak-İran savaşı bitti ve bu kirli savaş ve anlaşmadan her zamanki gibi Kürt halkı zarar gördü.
·        Her ne kadar bu katliamın baş sorumlularından birisi Saddam Hüseyin olsa da, bu kimyasal silahların ABD, Fransa, Almanya patentli olduğu daha sonra açığa çıkmıştı. Nitekim dünya ülkeleri uzun sure bu katliama sessiz kalmış ve ölen binlerce Kürt görmezden gelinmişti.

·        Saddam Hüseyin ise yapılan başkaldırıdan zaferle çıkan biri olarak, Kürtlere yönelik baskılarını artırmıştı. Halepçe ise henüz yeni doğmuş çocuğuna sarılı bir şekilde can veren anneyle çocuğunu gösteren bir fotoğraf karesiyle hafızalara kazınmış, tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçmişti.

SONUÇLARI
·        Kurtulanlar Türkiye’ye sığındı
16 Mart 1988’de, Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’taki Halepçe’de İran’ın da yardımı ile ayaklanan Kürtleri bastırmak için ordusunu devreye soktu. Kimyasal silah kullanılmasıyla tarihin en büyük trajedilerinden biri yaşandı. Üç saat süren zehirli gaz bombardımanı sonrası yaklaşık 5 bin kişi zehirlenerek ya da yanarak öldü, yaklaşık 10 bin kişi de ağır derecede yaralandı. Bu kimyasal saldırı, günümüze kadar 43 bin 753 kişinin ölümüne, 61 bin 200 kişinin de sakat kalmasına sebep oldu. Katliamdan kaçan yaklaşık 460 bin Kürt, Türkiye sınırına yığıldı. Türkiye’nin sınırları açması ile yaklaşık 51 bin kişi Türkiye’ye sığındı ve 4 yıl burada kamplarda kaldı.  
·        Orada sağ kalanlar kasabaları, köyleri ve mezraları boşaltarak derelere, ovalara, dağ eteklerine kaçtılar. Bu kaçış sırasında da bazıları açlıktan, hastalıktan bazıları ayaklar altında ezilerek bazıları da dağlardan, tepelerden ve uçurumlardan düşerek öldüler.
·        Yıllar boyu yapılan katliamın hesabı sorulmadı. Ancak ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra Baas rejiminin devrilmesi ve akabinde Saddam’ın yargılama sürecinin başlamasının ardından Halepçe katliamı tekrar gündeme geldi ve Saddam’ın yargılandığı konular arasına girdi. Katliamın birinci derece sorumlusu olarak bilinen Diktatör Saddam Hüseyin, rejimi ile birlikte yıkıldı ve yargılandı. Ama halen yarası sarılamadı Halepçe'nin.  
·          Saddam Hüseyin, Halepçe katliamı'nda Kürtlere karşı soykırım yaptığı suçlamasıyla da yargılanırken, başka bir katliam suçundan Duceyil Katliamı’nda, insanlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm edildi ve asılarak idamına karar verildi. (5 Kasım 2006)
·        Irak-İran savaşı sırasında gerçekleştirilen saldırının emrini vererek, ABD'nin verdiği kimyasal silahlarla katliama imza atan ve "Kimyasal Ali" olarak bilinen Irak Ordusu'nun Kuzey Cephesi Komutanı ve Saddam’ın yeğeni olan  Ali Hasan El Mecid, 2010 yılında Irak'ın ABD tarafından işgalinin ardından kurulan hükümet tarafından, bu kez Halepçe’deki kimyasal gaz saldırısı nedeniyle insanlığa karşı suç işlemekten idama mahkum edildi.
Her ne kadar bu Halepçelilerin yüreğini bir nebze olsun rahatlatsa da onları en çok sevindiren uluslararası arenada Enfal Operasyonları’nın “soykırım” olarak tanınmaya başlaması oldu.
İsveç ve Norveç’in ardından mart ayı başında İngiltere parlamentosu da Halepçe’nin de içerisinde bulunduğu ‘Enfal Operasyonlarını’ soykırım olarak tanıdı. Konuyu parlamento gündemine getiren 28 bin kişinin imzaladığı dilekçe kampanyasını başlatan İngiltere parlamentosundaki ‘Kürt Dostu Parlamenterler Grubu’ndan Gary Kent, Milliyet’e yaptığı açıklamada, İngiltere’nin 182 bin sivilin öldüğü katliamı “soykırım” olarak tanıması ile birlikte “Dünyanın Kürtlerin başına gelenleri daha iyi anlayacağı”nı söyledi.
 İngiltere’nin bu tanımasının Birleşmiş Milletler gibi uluslararası oluşumların da aynısını yapması yönünde yolunu açacağı ifade edildi.  

·        Irak Yüksek Ceza Mahkemesi'nin kararı 

1 Mart 2010'da Irak Yüksek Ceza Mahkemesi Halepçe Katliamını soykırım olarak tanıdı. Kürt  Bölgesel Yönetimi tarafından memnuniyetle karşılandı.
·        Büyük bir insanlık trajedisi olarak nitelendirilen saldırının etkileri sonucunda günümüze kadar yaklaşık 45 bin kişinin öldüğü, 60 binden fazla kişinin de sakat kaldığı tahmin ediliyor.

·        Pelletier iddiası 

2004'te CIA'nın eski Ortadoğu'dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988-2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran'a ait olduğunu gösteren rapor açıklandı.

·        Japon heyetinin ziyareti 

Mart 2007'de Halepçe'yi ziyaret eden bir Japon heyeti Hiroşima'ya yapılan atom bombası saldırısı'ndan hasar gören Aogiri (İmparatoriçe Pavlonyası) fidesi hediye etti.
·        Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli 'The Sydney Morning Herald' gazetesinde yayımlanan 'Experiment in Evil' başlıklı makalesinde, Halepçe'de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagazaki'nin 4-5 katı olduğunu iddia etti. Amerika ise bu iddiayı suistimal ederek Zayıflatılmış Uranyum mermilerini kullanmasını meşrulaştırmaya çalıştı.
ABD'nin Irak işgalinin baş sorumlularından dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak-İran Savaşı sırasında Irak'a giderek Saddam Hüseyin'in elini sıkarken görülüyor. Halepçe Katliamı'nda, bugün unutturulmak istense de, ABD'nin büyük bir payı bulunuyordu. ABD, İran'a karşı Irak'ı kışkırtıp desteklemiş, Halepçe'deki katliama da göz yummuştu. 

19 Nisan 2013 Cuma

ŞEYTANIN HİLELERİ


ŞEYTANIN HİLELERİ

Şeytanlar, hayra hiçbir kabiliyeti olmayan, sırf şer işleyen ruhani bir varlık nev'idir. 'Nar-ı semum'dan, yani dumansız ve harareti çok şiddetli bir ateşten yaratılmışlardır. (hicr, 27) iblis'in asıl adı, azazil idi. Cenab-ı hakk'ın hz. Adem'e (a.s.) Secde etme emrinden yüz çevirmesi ve bu secde emrine kibirlenerek isyan etmesinden sonra, “iblis” ve “şeytan” isimlerini aldı.

Şeytanların bütün meşguliyet ve gayretleri, insanları imandan çıkarmak, günah işletmek ve küfre girmelerine sebep olmaktır. İnsanlığın manevi terakkisinde, Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmesinde en büyük engel, şeytandır. Kur'an-ı kerim'de şeytan, insan için “adüvv-ü mübin-apaçık bir düşman” olarak tavsif edilmiştir. Cenab-ı hak, kur'an-ı kerim'de pek çok ayet-i kerimede mü'minleri şeytandan istiazeye, yani Allah'a sığınmaya davet etmiştir.

Aslında şeytanın kendi başına bir gücü yoktur. Vesvese ve desiseleri de zayıftır. Fakat yaptığı işler, tahribat, yıkıp bozmak nev'inden olduğu için, bir vesvese ve desise ile büyük zararlara sebep olmaktadır. Bu yüzden güçlü görülmektedir. Bir binayı yapmak ne kadar zor, yıkmak ise ne kadar kolaydır. Şeytanın da yaptığı ve yaptırdığı bütün işler, hep böyle tahribat cinsinden şeylerdir. İşte gücü ve desiseleri aslında gayet zayıf olduğu halde, büyük tahribat ve zararlar meydana getirdiği içindir ki, müslümanlar her zaman şeytanın şerrinden Allah'a sığınırlar.

Hem insanın nefsi, şehvet ve gazap gibi his ve duyguları da, şeytanın her türlü telkin ve desiselerine karşı alıcı durumunda olduklarından, bazan şeytanın ufak bir vesvese ve desisesi, insanı hemen tesiri altına almakta ve manevi pek büyük felaket ve zararlara atabilmektedir. İşte mü'minlere şeytanın şerrinin büyük gösterilmesi ve aldanmamaları için tekrar tekrar ihtarlarda bulunulması bu yüzdendir. Yoksa şeytanların kainatta icad ve fiil cihetinde, hiçbir güç ve kuvvetleri, Allah'ın mülküne hiçbir müdahaleleri yoktur.

Şeytan, insanı yoldan çıkarmak için birçok hileye başvurur. Bu hile ve desiselerin en mühimlerinden bazıları şunlardır:

1. Şehvet ve öfke; bunlar şeytanın insana tesir etme yollarının en büyükleridir. Bu sebepledir ki, hadis-i şerifte: “şeytan kanın bedende cereyanı gibi insan vücuduna hulul eder. Onun yollarını açlıkla (oruçla) daraltınız” buyurulmuştur. Çünkü şeytanın insana en büyük hulul yolu şehvettir. Açlık ise şehveti kırar.

2. Hased ve hırs: hırslı insan, hakkı görmekten kör ve hakikatı duymaktan sağır olur.

3. Tama; şeytan insana tama ettiği şeyleri çeşitli riya ve hilelerle sevdirir. Öyle ki, adeta tama ettiği şey, insanın mabudu olur.

4. Acelecilik; acele anında insan düşünmeye fırsat bulamaz. Şeytan da bu anda ona vesvese verebilir.

5. Cimrilik ve yoksulluk korkusu; bu korku, insanı infaktan alıkoyar ve mal yığmaya davet eder.

6. Şeytanın kalbe nüfuz ettiği kapılarından biri de dine hizmette mezhep ve meşreb taassubudur. Böylece onu, kendi mezhep ve meşrebinde olmayanlara karşı kin tutmaya, onları küçümsemeye ve hakaretle bakmaya sevkeder. Bu hal çok tehlikelidir. Fasıklar gibi, abidleri de helake götürür.İnsanları hakir görüp onlarda kusur aramak kötü bir haslettir. Fakat şeytan bu kötü hasletleri dine hizmet perdesi altında insana hoş gösterir ve yerleştirir. Kişi bu hareketiyle din namına bir gayret sarf ettiğini sanarak kendisinde sevinç ve neş'e hisseder. Halbuki o, tamamen şeytanın tuzağına düşmüştür.

7. Şeytanın aldatma yollarından biri de, kulu insanlar arasındaki mezhep, meşreb ve görüş ihtilafları ile ve bu husustaki dedikodularla, lüzumsuz işlerle meşgul etmesidir.

8. Şeytanın kalbe giriş kapılarından biri de cehalet ve gafletleri veya günahlara dalmaları sebebiyle akılları darlaşan, muhakemeleri kıtlaşan bazı kimseleri, akıllarının almayacağı imani meseleler üzerinde düşünmeye sevkedip, şüpheye düşürmesidir.

9. Sui-zan; kim bir insan hakkında kötü düşünmeye başlarsa, şeytan bu kimseyi o adamın aleyhinde gıybet etmeye sevkeder. Yahut o adamın hakkına riayet ettirmez. Ona hakaret gözüyle baktırır.

Şeytanın hile ve desiseleri, insana nüfuz yolları elbette sadece bunlardan ibaret değildir. Kişilere, devirlere, şartlara göre çok değişik şekiller arz eder.

17 Nisan 2013 Çarşamba

HZ. NUH



HZ. NUH


Nuh Kelimesi süryani lisanında çok ağlayıcı manasındadır.

Nuh Aleyhisselam İdris aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamberlerdendir. Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen “Nuh” denilmiştir. İdris aleyhisselam insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göğe kaldırıldı. Onun göğe kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında putperestlik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı.

Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, ömrünün sonuna kadar insanları Allahü teâlâya îmân etmeye, O’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur’ân-ı kerîmde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhakkak ki biz, Nuh’u (aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” (A’râf sûresi: 59) buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselam kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya îmân edip, O’nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselam onlara nasihat ederek: “Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vaz geçip bir olan Allah’a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyorum” dedi. Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakta ve sapıklıklarında ısrar ediyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselam tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette Allah’a îmân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselamı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, onu görmemek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir taraftan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı.

Hazret-i Nuh’un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O’na îmân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselam gittikçe azan kavmine“Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah’tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.” diyordu.

Yıllar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselam ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselam böylesine düşmüş olan insanlara acıyor şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh’u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.

Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselam; “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah’a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek...” diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.

Nuh aleyhisselam ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakta ısrar eden azgın millet “Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarlı davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun.” diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur’ân-ı kerîm’de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir.

Nûh aleyhisselam kavminin bu tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazîfesine devâm ettiği hâlde, onların bir türlü îmâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle dua ettiği Kur’ân-ı kerîm’de bildirilmektedir:
“Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfiri bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.” (Nuh sûresi: 26-28) ve
“(Nuh aleyhisselam dua edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.” (Şuara sûresi: 117-118)

Nuh aleyhisselamın bu duası üzerine, Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
“Nuh’a vahy olundu ki; kavminden daha önce îmân etmiş olanların dışında hiç kimse îmân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kafirler) hakkında bana dua etme. Zîrâ onlar (suda) boğulacaklardır.” (Hûd sûresi: 36-37)

Nuh aleyhisselam kendisine gönderilen vahiy üzerine hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselam, Allahü telânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselam ve îmân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; “Şimdi de marangozluğa mı başladın?” diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; “Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz.” diyordu.

Nuh aleyhisselam, yüzyıllar boyu insanları Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdığı hâlde insanların îmân etmemeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. “Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama,Allah’ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah’a îmân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.”

Nuh aleyhisselamın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.” dediler.

Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh’un yaptığı ve üç katlı olduğu rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki:
“Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh’a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkınla bir de îmân edenleri gemiye yükle. Zâten Nuh’a îmân edenler pek az idi.”

Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Nuh (aleyhisselam) gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mağfiret edici ve merhametiyle tufân belâsından kurtarıcıdır.” dedi.” (Hûd sûresi: 41) Yine Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; “Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah’a hamd olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın.” de.” (Mü’minûn sûresi: 28, 29)

Nuh aleyhisselam her hayvandan birer çift alıp, îmân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselama inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur’ân-ı kerîm’de Kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir.

Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselam îmân etmeyen oğlu Yâm’a (Kenan), îmân edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; “Dağa çıkar sudan kurtulurum.” deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında hazret-i Nûh’un hanımı da vardı. O da îmân etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; “Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut...” (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi.

Nuh aleyhisselamın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günüIrak’ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselamın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselama ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselam bin yaşında vefat etti. Nuh aleyhisselamın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya’ya, Avrupa’ya, Okyanusya’ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika’ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar.

Nuh aleyhisselam Kur’ân-ı kerîm’de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerîmede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı kerim’deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselamdan bahsedilmektedir. Ülü’lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhî feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselam hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
“Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselam) Nuh’a (aleyhisselam) geldiğinde dedi ki: “Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı) ey uzun ömürlü ve ey duası kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?” Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Şöyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.”

Mucizeleri:
1. Nuh aleyhisselamın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselamı gönderip, “Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.” buyurdu. Nuh aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi îmân etti.

2. Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.

3. Susuz yerlerden su çıkarırdı.

4. İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.

5. Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.

6. Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.

7. Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duasıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek istediklerinde dua edince, bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.

8. Îmân ederek, gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duasıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.

9. Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.